her şerde bir hayr vardır.

De omni re scibili et quibusdam aliis.

24 Ağustos 2010 Salı zaman: 01:43 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

sevgiliye kurulan en güzel cümleler üç noktayla biter. üç nokta; bilinmezliği, umudu, yenilgiyi, acıyı, sevgiyi taşır çünkü. binlerce kelimenin anlatamadığını, sonu anlatan noktaların üç tanesi anlatır. sonu anlatanlardan sonsuzluğu yaklarsınız üç noktada.

gözyaşımla yazdığım o cümleleri sıksam, bana olmayan sevginle, içime işleyen hüznüm çıkar. 

20 Ağustos 2010 Cuma zaman: 01:25 Gönderen mistrafantastic 0 Comments



( Birazdan okuyacağınız yazıyı Regina Spektor’ın Eet parçası eşliğinde okumanız tavsiye edilir. O yoksa 'two birds' olabilir. )

Çok değil yaklaşık 15 yıl evvel İstanbul’da bir gecekondu mahallesi…

Cumartesi günlerini severim. Pazar günü de iyi huyludur ama yerken kendimi durduramadığım annemin çilek reçeli gibi olduğundan bittiğinde boynuma yapışacağını bildiğim hüznün damağımda erkenden bıraktığı kekremsi tad yüzünden günü yaşamaktan alacağım haz saat ilerledikçe azalıyor. Velhasıl, günlerden cumartesi ve ben evin önündeki tahta sedirde oturuyorum. Bildiğiniz üzere oturmak asla tek başına yapılan bir eylem değildir. Ben de aslında biraz ileride ip atlayan Kıymet’leri izliyorum bir yandan da.

18 Ağustos 2010 Çarşamba zaman: 23:54 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. "Padişah", "ihtiyarı" selamlamış. " Selamünaleyküm ey piri fani..." " Aleykümselam ey serdar'ı cihan..."

16 Ağustos 2010 Pazartesi zaman: 01:11 Gönderen mistrafantastic 0 Comments


Konuştuğumuz gibi  o şelalelereNiagara Falls- gittim. Nehirde üzerimde yağmurluk, bot üstünde ilerler, suyun oluşturduğu bulutların içine girerken ve merdivenlerden üzerime tonlarca su boşalsın diye tırmanirken, dostum hep yaralı ellerini düşünüyordum; Burada olmak, acaba ellerine iyi gelir miydi?
İlk konuşmamızda- olanca kırılgan sesinle beni dinlerken ve hep sakinken sen- soylediklerimi hatırlıyor musun?
‘’Durum kısaca şu:
O beni geride bıraktı, ben yapamadım. Beynimin kılcallarında dolaşan karanlık bir sis olarak, hep orada, en yakınımda benimle. Sabahları artık çığlık atarak uyanmasam da, yatağı sallayarak kalkma vakti olduğunu hatırlatan şey coğu kez oğlum değil, o sis... Şüphesiz, ne korku filmlerindeki, geçmişin hayaletlerinin peşini bir türlü bırakmadığı beyaz gecelikli uzun saçlı kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu anlıyor olmanın, ne de kalbimde onun biraktığı o tortu, o kalkmaya niyeti olmayan ağır taşın ezdiği et parçaının bana çektirdigi nice acının iyi bir yanı yok. Evet unutmayı denedim – Tanrı biliyor ki çok- ama yapamadım. Mekan değiştirmek, şehir, hatta ülke değiştirmek bile iyi gelmedi. Uyandığım tüm otel odalarında, hatta sabah mahmurluğu içindeyken hangi şehirde olduğumu hatırlayamadığımda bile O’nu orada buluyorum; oturmuş kalbimin ve beynimin zaptının keyfini sürüyor… şimdi ben yakılmış bir tarla gibiyim, bir daha belki hiç hasat alinamayacak… ama yine de iyi olacak miyim?’’
‘’Ne kadar iyi olunabilirse en fazla o kadar’’ demiştin.
Bir yani yıkık bir adamı seviyordum – çok seviyordum, oluyordum-. Onu sevmemem gerekiyordu, - çok gençti, ne istediğini bilmiyordu, hiçbir konuda hiçbir şey bilmiyordu-. Sana uzun bir mektup yazmak istemiştim, 9 sayfa. Neden 8 ya da 10 değil bilmiyordum, 9 olmalıydı.  O günlerde bana bir gece yüzünü dökme küçük kız’ı dinletmiştin. Kucuk kızın, yüzü kendisine kapalı bir kapının önünde beklediğini görebiliyordun.  Küçük kız hep ağlıyordu, kendini kaybolmuş hissediyordu, görüyordun…
Ah, kalbi şefkat dolu dostum…
Seni en son dun gece düşündum. Türkiyeli bir çifti misafir etmiştim.  Karadenizin yaylalarını, insan ilişkilerini  nasıl özlediklerini uzun uzun anlatıyorlardı. Elim çenemde, masaya dayanmış, onları dinliyordum. Karşılıklı iki  kanepede iki çocukları serpilmiş uyuyordu, belli belirsiz nefes alıyorlardı, minik bedenleri, savunmasız ama güvenli bir çatıda olmanın sıcaklığıyla, uzaktan mutlu görünüyorlardı. Gecenin bir vakti, ebeveynleri sakin sakin anlatıyorken, ben çocukları izliyor ve  seni düşünüyordum; O yaylalarda büyüyen senin, bu kadar huzur veren biri olmanın, tum bunların birbirleriyle bir bağlantısı olabilir miydi?
Bir dostluğu sürdürmek bir bebeği beraber büyütmek gibiymiş, anladım. O, çok sık hastalanır, onu sürekli sevmek, beslemek ve temiz tutmak zorundasın. Sen hem o bebeksin hem de o beraberlik…

Ah kimin,
Ah..kimin  adi boyle guzel, guzel dostum?

08-15-2010

7 Ağustos 2010 Cumartesi zaman: 23:22 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

Vizontele filminin en yaralayıcı repliklerinden biri. Kardeş türküler'in vizontele için yaptıkları film müziklerinden olan "nazlı yarim" parçası içinde demet akbağ'ın sesiyle tam olarak şöyle geçer: 

zaman: 23:20 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
şehre neden

zaman: 23:18 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

Yalnızlardan söz etmek insanlardan fazlaca anlayış beklemektir. İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar.

zaman: 23:16 Gönderen mistrafantastic 0 Comments

Bir şeyin iyi ve/veya güzel olup olmadığının ölçüsü ;
Her şeyde sonsuz bir göreceliğin insanı ve insan topluluklarını çözülmeye götüreceği, bunu önlemek için de medeniyetin, ezeli ve ebedi, kadim birtakım değerlerin üstünde yükselmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir şeyin iyi ve/veya güzel olup olmadığı, bu kadim değerleri ne derece kapsadığına bağlı olacaktır.

    Öndeki blogu takip et!