gri-siyah kalemler, korkmuş renkler, soğuk ten
ardımızda donmuş ay, her şey şimdi son defa
pencereler kör ebe, her yanımız kirliyken;
biter ama başlamıştır bir kere...
günlerime diş bileyen sus emri
simetrisi güvenilir son tuzak.
sır değil bak: öldü aşk
şimdi her şey son defa.
dudakların titriyor, dudakların titriyor
kapat artık kapıyı dünün gitmesi gerek
dünün gitmesi gerek...
eski ayna ruhları, sesin ıslak yankısı
üvey bir aşk içinde kısık lamba renginde
öptükleri ölümün taptaze ellerinde:
kırıldı cam acılar
gülümsedi ince ten
avucumda büyüyen tırnaklar kan ağacı...
sırt açık elbise ya da önceki gece
son ayrılık harfleri, tüm sözcükler son defa
dudakların titriyor, dudakların titriyor
dünün gitmesi gerek, dünün gitmesi gerek...
penceresiz asılacak son kadın!
biter ama başlamıştır bir kere
biter ama...
azığım tam takır bineğim nalsız
bir bende geçerim kalacağım yok
dostlarım bivefa düşmanım yalsız
kolum halat değil bakracımda kum
ben seni alamam ah holofira
sade yoksulluktan yokluktan değil
eline kir olsun elli üç lira
amma ki alamam
bir uzak sevi gelmişte çökmüş ta onlar gibi
ben seni alamam ah holofira
geç git hiç bakmadan eylenme emi
pusatları parlak bimbaş istesin
seni ulak elçi naim-i kral
ben hoyrat söyleyeyim, el bana hoyrat
gelip de ne diyeyim şu dillerim lâl
ben seni alamam ah holofira
baban kafirine kılıç üşürsem
hemde gece bassam iti uykulu
şöyle ya allah'la bohçanı dürsem
amma ki alamam
yaradan beni ne ardıç ne çınar ufarak çayır
koşumun gıcırdar ölmek dilerim
bağrım kaynıyordur yüklerim ağır
sen bir düş imişsin kuşluk çağında
soluma tükürdüm Rabbim Gafurdur
kavuşan kısmısı ancak gavurdur.
ben henüz ilkokuldayken babam yazları Türkiye turlarına çıkarırdı bizi. beş kardeş doluşurduk arabaya, şehirden şehire yol alırdık. çok zengin sofralarımız olmazdı. bazen bir sıcak çorbaya hasret kalırdık. cami avlusunda uyurduk bazen, bazen arabada, bazen de hiç tanımadığımız bir aileye tanrı misafiri olurduk.
işte o karelerden bazıları gözümün önünde: cami hasırı üstünde sineklerle verdiğim amansız çatışma, yol kenarında durup park ettiğimiz küçük beyaz arabamız, karpuz ekmeğe talim öğlen yemeğimiz, eski model negatifli fotoğraf makinamızla yakalamaya çalıştığımız pozlar.
mutluyduk...
işte başka bir kare. yine bir şehirden bir şehire yol alıyoruz. ön koltuklara doğru eğilmişim. kollarımı dirseklerden dayardım iki koltuğa, kollarım uyuşurdu. karıncalar dolaşıyormuş hissi olurdu kollarımda. farklı bir zevk alırdım.
sürücü koltuğunda babam, yanında annem, bir yanımda iki kız kardeşim, bir yanımda iki erkek kardeşim. ön camdan yolu seyrediyorum.
bir sonraki virajı aldığımızda gözlerimize inanamıyoruz. yolun iki yanı böğürtlenlerle dolu. köylü kadınlar sepetlerini alıp gelmişler. neşe içinde topluyorlar rızıklarını. biz de durup iniyoruz arabadan.
ben duamın kabul olması bir yana, o güzelim böğürtlenleri görünce bir kat daha neşeleniyorum. hemen işe koyulup mideye indiriyoruz en olgunlarını. herkes yolun bir yanından bir yanına geçerek toplamaya devam ediyor, herkes neşeli...
bir fren sesi duyuyorum arkamda. dönüp baktığımda erkek kardeşimi görüyorum yolun ortasında, bir arabanın önünde. burnu kanıyor. bir kaç dakika önce ilahi söyleyen dudakları kanlar içinde. bunun bir trafik kazası olduğunu çok sonra idrak ediyorum. neyse ki hafif bir yaralanmayla atlatıyoruz kazayı. duamın kabul olmasına sevinmiyorum artık. tekrar yola koyuluyoruz, neşemiz tekrar yerine geliyor.
şimdi gülümseyerek bakıyorum o fotoğraflara. uzun zamandır çıkmıyoruz böyle yolculuklara. cep telefonlarımız var, rahat bir arabamız, pahalı kıyafetlerimiz...
ama bir şeyler eksik. bir parça huzur, bir tutam mutluluk ihtiyacımız olan...
akıllarda kalan uzak bir anı olur ya gezdiğiniz sokaklar, işte o zaman kadrajı ne kadar geniş tutarsan tut acını sığdıramazsın. yalan yanlış bir ışığa inanıp yaşadığın yıllar sessizce akıp giderken önünden belki dersin, son bir defa, ihtimaller senden kaçar, yakalayamazsın. şartı tahliyeyle salınan ve gün ışığına çıkan onca şiirlerim var benim, hiç kimseye yazılan, sana uzanan, uzanmaya çalışan. eskizlerdeki gibi yarım ama şekli belli, başı görünen ama sonu gelmeyen her akla geldiğinde sigara yaktıransın, dumanından sandallar yaptığım sigaramdan süzülen acımsın.
Şimdi, şu anda, kitabın bu sayfasına, yazının bu cümlesine bakan okuyucular, hiç konuşmadığınızın farkında mısınız?
Siz gerçekten hiç konuşmuyorsunuz!
Sadece yaşamanız için gerekli asgari sesleri çıkarıyorsunuz ağzınızdan. Bu işi sadece diliniz ve ağzınız yapıyor. İçinizin derinliklerine kadar gitmiyor cümlelerin ucu. İçinizden gelmiyor söyledikleriniz.
Siz gerçekten birbirinizle hiç konuşmuyorsunuz!
devamı...
ben diyeyim yüzyıl önce, siz deyin yüzyıl sonra. herkesin zaman kavramı farklıdır. onun hikmeti ise yaradandadır.
sadece çocukların inandığı ulaklar varmış, günahsızları ve saf kalplilerin. kimisi korkutucu babasından kurtulmak için beklermiş ulağı, kimisi anasının dırdırından kurtulmak için, kimi yarenine kavuşmak için. bir de haberi yayan varmış. ulağın başından geçenleri anlatırmış o da.
herkesin tahayyülünde kötü ve iyi var dermiş haberi yayan. kötüleri beğenmediğin insan olarak tahayyül ettirmiş: kimisinin hayalinde babası, kimisinin hayalinde anası, kimisinin hayalinde hancı olurmuş. ulağın soyu sopu da aynı mesajı yayarmış. hepsi ulakmış, hepsi mesaj yayarmış.
el ayak çekilince, kurtlar kuşlar uyuyunca, eski ahırda anlatılırmış ulağın hikayesi. sadece çocuklara. ulak haksızlık edenlerin, bilip de susanların, göz yumanların, insan öldürenlerin günahkar olduğunu söylermiş. herkesin kötü insan tahayyülü farklı imiş, herkesin ulağı da farklıymış o yüzden. kimisinin aklında yağız bir delikanlı, kimisinin hayalinde sürmeli korkutucu bir adammış ulak. ulağın rivayeti herkeste farklı duygular uyandırırmış bu yüzden. her insan farklı olduğundan.
zaman ve mekandan bağımsızmış ulağın mesajı. herkese hitap edermiş, ama en çok çocuklar anlarmış. bilip de bilmemezlikten gelenler, görüp de yok sayanlar suça ortak sayılırmış. günahkarlar kimi ulakları öldürmüşler, kimilerine işkence etmişler bu yüzden. ulağa inananlar kendilerinin günahkar olmadığını sanırlarmış hep. kimse içine bakmazmış. ulağı sadece zor vakitlerde hatırlarlarmış. bilinen son ulak ıssız bir köyde öldürülmüş, sadece ona inanan çocuklar ve birkaç kişi üzülmüş olanlara. kalbi kararanlar, görmemezlikten, bilmemezlikten gelenleri bir hastalık tutmuş. derileri soyulmuş, gözlerinin feri gitmiş, sudan korkar olmuşlar. çocuklar köyü terkederlermiş hikayenin sonunda.
anlatan şöyle dermiş hikayenin sonunda:
tutmak tutunmak aslında. o yüzden herkes kendi ulağını arıyor. habercisini. kurtarıcısını.
ama aslında herşey sonlu ve yanlı. aslında herşey tekil. başkasının ulağı size uygun haber getirmez. herkesin kurtuluşu farklı.
şaşırıyorsunuz,
biliyorum...
soruyorsunuz sonra,
ulağı,
merak ediyorsunuz, cismini, cemalini...
zaman meselesi bunlar
belki büyüsünü kaybeder diye laflarım
büyüsünü kaybeder gözlerim diye
zamana bırakın onun cismini
hayat zaman meselesidir
gündüz rüyanız, gece korkularınız
zamanla iyileşir derin yaralarınız
i̇lk duyuşta edemez belki tahayyül insan
sevmelerin yolu bu değildir.
zamanla olur herşey ve zamanın sırrı yaradandadır.
daha ingilizcesi basılmadı tabii bu kitabın: hayallerimin varmak istediği bir mutluluk detayı sadece. olsun, ben gene de ünlü bir yazar olmanın hazzını yaşamalıyım tanınmamışken.
devamı...
Size bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum, birkaç utançtan, birkaç tel saçtan, birkaç baş ağrısından, hayal kırıklığından, birkaç yolculuktan, birkaç duadan, birkaç gariplikten…
devamı...
Biliyorum.
hayırlı cumalar,
hayırlı cuma benim için okulun pis tuvaletinde alınan abdest demekti. doluşup bir servis aracına, namaza giderdi arkadaşlarım önceden. ben arkalarından bakardım namaz nasıl kılınır bilmeden.
hayırlı cuma adı çıkmış erzurum soğuğunda aldığım ilk abdestti benim. namaz kılmayı öğrendiğim haftanın diğer altı gününden biriydi.
sonra cumaya da gittim gerçi. arkalarından bakarken evliya olduklarını sandığım arkadaşlarım yanlarında saf tuttuğum zaman okul bahçesinde top peşinden koşarken küfreden bebelere dönüştüler yeniden.
camileri sevmedim.
bugün, onbir sene önce bikaç ilkokul talebesinin doluştuğu camideydim.
camileri sevmiyorum.
Mavi bir uçurtma ,ipi alabildiğince uzun,gök yüzü kadar mavi ama...
ipi sıkı sıkıya elimde,yetmedi birde belime doladım,makara yerde,lazım oldukça çekiyorum makaradan,bir tutam daha ipi salıyorum gök yüzüne...
ışıl ışıl gözlerim var,berrak mı berrak,umut doluyum,bıçkın bir delikanlı olacağımın sinyallerini veriyorum çevremdekilere...
devamı...
kazdığım şiirlere kendim de düşerdim çoğu zaman.
kendimi dehlizlere hapsolmuş gibi değil, mısralara mahkum olmuş gibi hissederdim, "ve" kullanırdım şiirlerimde. sonra bıraktım onları. çünkü "ve" bağlı olunan birşey varsa kullanılırdı.
devamı...
umut ekrem'in sultanahmet teki anılarını anlattığı kitap.
1. bölüm: sen, ben ya da umut ekrem'in öykü girişi:
07.01.2004:
benim hikayeme rasgele denk gelenler, bir şekilde okumak zorunda kalanlar ve tabi ki onların sevenleri, hoş geldiniz.
zaman kazanalım ve rahatsız edici sorulardan kaçınalım diye söylüyorum ben umut ekrem.
ahmet da diyebilirsiniz. hikayede önemli olan iki karakterden biriyim. aslında en önemlisiyim ama çaktırmayın, kadınlar kontrolün kendilerinde olmasından hoşlanır.
kalktı oturmaktan yorgun fikir ayyuka
sustu konuşmaktan bıkan bilgeler
daha bir derinlik çöktü köşedeki mahkumun gözlerine
daha bi hicran
daha bir hınçla sıktı elinde yarinden kalan kir pas değmemiş mendili
gözlerinde biriktirdiği hicranı şerefle içen mert bir süvari
eskilerden kalan, yenilikçi müsveddelerinin mahkumu
daha bir garez yutma/sabır taşı çatlatma merasimi
hayalleride olmasa akıl karı değildir burda duruşu
devamı...
devamı...
tesettür.exe yükleniyor....
dosyalar ana kaynaktan alınıyor....
(%100) başarılı....
yükleme başlasın mı? (e/h)
e
e:\yeni\tesettür\
altdizindeki yükleme kaynağı doğrulanıyor...
%100
kaynak doğrulandı...
yükleme başlıyor...
yüklenecek yer: c:\dünya\türkiye\üniversiteler\
devamı...
Nazlan
Sitem et
Kırıl bana
Beni geç vakit
Tek başıma suya yolla
Bahçede yüzünü öteye çevir
Güle hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt, avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.
devamı...