her şerde bir hayr vardır.

De omni re scibili et quibusdam aliis.

13 Temmuz 2010 Salı zaman: 20:55 Gönderen mistrafantastic 0 Comments


daha ingilizcesi basılmadı tabii bu kitabın: hayallerimin varmak istediği bir mutluluk detayı sadece. olsun, ben gene de ünlü bir yazar olmanın hazzını yaşamalıyım tanınmamışken.


Ne kadardır uyuduğunu bilmediği odanın atmosferinde öyle tadılmamış bir huzur hissetti ki, yorgana ve yastığa daha da gömülürse, bir an karşı duvardaki çerçeveye sığdırılmış nehirlere, dağlara dönüşeceğini zannetmişti. Bu isteğin zamanı tutmayan iyimser bir duygu olduğunu sersem aklının bir köşesiyle de anlıyordu. Henüz katetmemişti tasarladığı gezinin bir kilometresini çünkü: Gökyüzüne gece ağdıktan çok sonradır ki, gecekondu kapılarına uzanan sokakta ilham fikrine yakalanmıştı: Evet, akşamları karanlık ve ılık kaldırımlarında yürüyemediği, yeni yeni açmış limon ve mandalina ağaçlarının turunculuğunu koklayamadığı şehirleri tanımaktı bu. Hafızasını bir süre sarsan bu ilham fikrine göre, evlerin bahçeleri yanyana, her birinde meyve ağaçları ve duvarlarına tebeşirden kale çizgileri çiziktirip maç yapan çocukların bağırışları bulunan şehre motosikletle gidecekti. Geceleri rastladığı otellerde kalmayı düşünüyordu. Ayrıca yanına lazım olur diye birkaç şey daha alacaktı: Ütülenmiş pantolonunu, kısa kollu lacivert gömleğini, dört-beş çamaşırını, yazı yazmaya yoğunlaşabilmek için sararttığı kağıtlarını ve sade dolma kalemini. Bir de tabi ki, kıskanmaya bile cüret edemeyeceği incecik kitabını.
  Nasıl anlatmalıydı aklındaki, huzurun yoğunlaşıp yoğunlaşıp patlayarak kaldırım diplerine kadar dağılan saadeti? Böyle sokaklarda, böyle kaldırımlarda yürümek, karşıdan gelen bir kızın gözlerini, yanından sıyrılıncaya dek süzmek istiyordu. Yirmi dört yaşındaydı ve gerçeğin ilk adımındaydı. Gençlik periyodunu tamamlamıştı.
   Belki insanların birarada yaşadığı yerleşimlerde aylaktan daha çok, bir köyde çiftçi olmalıydı. Ezan sesleriyle uyanıp traktörüne atlayacak ve yüzünü parçalayan soğuk rüzgarlarla tarla sürmeye gidecekti. Eğer kendisinden böyle bir karakter çıkarırsa, ne gibi şeyler belirecekti, söyleyeyim.:
1-Tek mutluluğu, şehirdekilerin haftasonu futbol, haftaiçi anahaberleri izlemekten aldığı zevk gibi değil,  Çukurova köylüsü gibi toprakla bütünleşmekten ibaret olacaktı.
2-Cebine sokacağı hasat parası, işçilerin tebessümünün ağırlığı altında ezilecekti. [Seneye de tarla sürmek ve işçilerin yevmiye parası için, tabi ki birazcık para lazım canım, orasını karıştırmayalım.]
3-Kendisinin de çok nefret ettiği ağalık, bir bakımdan, o topraklarda devletten sonra söz sahibi olmak, belki o kadar çok tarlayı sürmenin sonucunda kazanabileceği bir konum. Böyle bir ihtimal gerçekleşirse, bunu halkı ezmek için değil, daha çok tarla almak ve çiftlik kurmak ve köy evlerini yalnızlığından çürüyüp yıkılmaması için kullanmayı düşünecekti. Devlete destek çıkmak, aklına gelen en son seçenekti.
4-Ve tabi ki, bütün bu seyahatlerin, maceraların, şehirli bir gençten çıktığına göre, mutlaka rast gitmeyen bir iş vardır. Bu gencimizin de, [adını da verelim, D.] D.’nin de, sevdiği bir kızın yüz vermemesinden dolayı böyle, ortayaşlıların düşüneceği tipten hayallere dalmasını görüyoruz. İşte bütün bu tarlaların, feodalitenin avantajından yararlanıp güzel bir kız almak istiyordu: Yazmalı ve ağzı güldüğü zaman gözleri de gülebilen.
5- Tek mutluluğu demişim, pardon, çift mutluluğa evrildi şimdi o kavram: Bir kış akşamı, günün tembelliği kedilerine bulaşınca, sobanın ızgarasına kestaneleri koymayı ve çayını içerek, yıllar önce aynı evde anneannesinin yaptığı gibi elini kollarıyla kavuşturmayı, ‘’aman aman, bu kış da soğuk geçecek, baksana!’’ diye söylenmeyi bekleyecekti diğer tüm mevsimler boyunca.
  Mutfaktan gelen süt kokusu ve kedilerinden birinin ayağına sürtünmesi arasında bir yıldırım sesi duyar gibi oldu, kulak kabarttı: İki-üç sokak ötesindeki araba freni sesi boğuk boğuk yankılanıyordu pencerelerde. Ardından bir rüzgar vızıltısı duyuldu. Sokak lambaların ışığında, sıska bir kedi çöplüğünden çıkarak apartmanın açık kapısından içeri girdi. Altı senedir yalnız kaldığı, kendisinden başka bir tek televizyon ve radyonun sesi çınlandığı bu evde, ilk defa tanımadığı bir tını gezinmişti derisinde. Ama başka bir gürültüye yenilip tekrar susmuştu. O düşsel tınıyı bir daha yaşayabilmek için perdeleri çekti, masasındaki abajuru yaktı. Ortalık sapsarı bir ışığa  bulanmıştı. Ahşap rengi sandalyeye oturdu ve yeni aldığı harita metodlu defterini çantasından çıkardı. O nostaljik anılara benzer tını ona o kadar mutluluk vermişti ki, yazı yazmak için kalemi daha eline alır almaz ağlamaya başladı. Şimdi, ne burnunda süt kokusu vardı ne de ayağında kedinin yumuşak tüyleri.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  Nisan-Mayıs 2010
Mehmet S.

0 Responses so far.

Yorum Gönder

    Öndeki blogu takip et!